Wednesday, August 15, 2012

Koleksiyoncu ile görülmek, fahişe ile görülmek gibiydi...

Sarah Thornton'un kitabı Seven Days in the Art World sonunda elime geçti. Kitabı karıştırırken rastgele açtığım bir sayfada John Baldessari'nin söyledikleri kitaba dair beklentilerimi (genel olarak aşağıdaki dönüşümün nasıl gerçekleştiği sorusu) karşılamaya yönelik umut verici.

I came out of a generation where there was no connection between art and money, then all of a sudden, in the 1980s, money came into the picture. Before that, collectors were very scarce, so when they turned up, I just reacted. I didn't want to have that connection. It was like being seen with a hooker. I wanted to stay pure. I thought, 'You buy my art, not me. I don't want to be at your dinners'. Then I slowly realized, hmmm, that collector, he knows a lot about art, he's not so bad. One at a time, gradually, it dawned on me that you can't condemn by type.

Çevirisi ise şöyle olabilir: "Bizim nesilde para ile sanatın hiçbir bağlantısı yoktu, 1980'lerde para birden bire işin içine girdi. Öncesinde, koleksiyonerler çok enderdi, bu yüzden de ortaya çıktıklarında tepki gösterdim. Onlarla bağlantım olsun istemedim. Koleksiyonerle bağlantının olması tıpkı bir fahişeyle görülmek gibiydi. 'Sanatımı satın alıyorsunuz, beni değil. Yemeklerinize katılmak istemiyorum' demiştim. Sonra düşündüm ki, hmmm, şu koleksiyoner, sanat hakkında çok şey biliyor, hiç fena değil. Birer birer, ve zamanla, genelleme yapmamak gerektiğini farkettim."

No comments:

Post a Comment